Boğazlar egemenliği, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı üzerindeki devletin hak ve yetkilerini ifade eder. Bu iki boğaz, stratejik konumları nedeniyle tarih boyunca büyük önem taşımış ve üzerinde çeşitli devletlerin egemenlik mücadelelerine sahne olmuştur.
Boğazlar üzerindeki egemenlik meselesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselişiyle birlikte önem kazanmıştır. Osmanlılar, İstanbul'u fethettikten sonra Boğazlar üzerinde tam egemenlik kurmuş ve bu geçişleri kontrol altında tutmuştur.
Lozan Barış Antlaşması (1923), Türkiye'nin bağımsızlığını ve yeni sınırlarını tescil etmesinin yanı sıra, Boğazlar konusunda da önemli düzenlemeler getirmiştir. Lozan'da, Boğazlar'ın uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesi ve savaş zamanında bile gemi geçişlerinin serbest olması kararlaştırılmıştır. Bu durum, Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini kısıtlamıştır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936), Lozan'daki kısıtlamaları ortadan kaldırarak Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini büyük ölçüde yeniden tesis etmiştir. Montrö ile birlikte:
Montrö Sözleşmesi, Türkiye'ye Boğazlar üzerinde büyük bir yetki vermesinin yanı sıra, Karadeniz'in güvenliğinin sağlanmasında da önemli bir rol oynamaktadır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi halen yürürlüktedir ve Türkiye, bu sözleşmeye titizlikle uymaktadır. Ancak, küresel politikadaki değişimler ve yeni denizcilik teknolojileri, zaman zaman Montrö Sözleşmesi'nin güncelliği hakkında tartışmalara yol açmaktadır. Kanal İstanbul projesi de, Montrö Sözleşmesi'nin geleceği açısından önemli bir tartışma konusudur.
Boğazlar egemenliği, Türkiye için tarihsel, stratejik ve ekonomik açılardan büyük öneme sahiptir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki haklarını korumakta ve bölgedeki istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmaktadır. Ancak, değişen dünya koşulları ve yeni projeler, Boğazlar konusundaki hassasiyetin korunmasını ve uluslararası hukuk çerçevesinde çözümler aranmasını gerektirmektedir.